KARA FATMA (FATMA SEHER ERDEN) ————————– ALINTIDIR

KARA FATMA

 (FATMA SEHER ERDEN)

 

 

(1888, Erzurum – 2 Temmuz 1955, İstanbul), Kurtuluş Savaşı kahramanı kadın asker.

İstiklal Madalyası sahibidir.

 

1888’de Erzurum’da doğdu.

Subay Dervişlerden Ahmet Bey ile evlendiğinde Balkan Savaşı’na katıldı, askerlik hayatını eşi ile birlikte paylaştı.

  1. Dünya Savaşı’nda Kafkas Cephesi’nde kendi ailesinden dokuz-on kadınla birlikte savaştı.
  2. Eşi Binbaşı Ahmet Bey’in Sarıkamış’ta şehit olduğu haberini aldıktan sonra memleketi Erzurum’a döndü.

 

1919’daki kongre günlerinde, Mustafa Kemal’le bizzat görüşebilmek için Sivas’a gitti.

Milis Müfreze Komutanı olarak batı cephesinde görevlendirildi.

Aldığı talimatla İstanbul’a gitti, silah ve adam kaçırma faaliyetlerinde bulundu.

İzmir’in Yunan işgaline uğraması üzerine İzmir’e geçerek kurtuluşu için savaştı.

 

300 kişiyi aşkın birliği ile I. ve II. İnönü Muharebesi, Sakarya Meydan Muharebesi ile Dumlupınar Meydan Muharebesi’nde çarpıştı.

Büyük Taarruz’un ilk günlerinde General Trikopis‘in birliğine esir düştü.

Kaçarak yeniden müfrezesinin başına geçti.

 Bursa’nın Yunan işgalinden kurtuluşunda rol oynadı.

Bir keresinde, onbaşı olduğunda neredeyse sadece kadınlardan oluşan birliği ile düşmanın cephe gerisine bir saldırı düzenledi ve aralarında bir Yunan subayı toplam 25 esir askerle geri döndü.[1]

 

Fatma Seher Hanım, çavuşluk rütbesiyle başladığı askerlikten üsteğmen rütbesi ile emekli oldu.

Emekli maaşını Kızılay’a bağışladı.

 

İki oğlu ve Eşini savaşta şehit vermiştir. Savaştan sonra, kendisi ile birlikte savaşa katılan ve bir çatışmada elini ve akli dengesi bozulan yeğeni küçük Fatma’yı ve çocuklarını sahiplendi.

İstanbul’da bir Rus manastırında yaşamakta iken tanınmış gazeteci Mekki Sait Esen kendisini buldu.

Sait Esen’in kendisiyle yaptığı röportaj 1933 yılında Yedigün Dergisi’nde yayımlandı.

 

Bu haberin yurtta geniş yankı uyandırması ile zamanın Belediye Başkanı Lütfi Kırdar ona Kasımpaşa da bir vakıf evi tahsis ettirir.

Bu evde ölünceye dek yaşar.

 

Kendisi ile karşılaşan ve fakru zarureti gözler önünde olan Kara Fatma için Kars milletvekili Tezer Taşkıran ve Rize milletvekili Yusuf İzzet Akçal tarafından 1954 yılında verilen önerge ile TBMM kendisine yeni aylık tahsis etti.

Fatma Seher Hanım, 2 Temmuz 1955 günü İstanbul’da hayatını kaybetti.

 Kasımpaşa’daki Kulaksız mezarlığına defnedildi.[2],

 

 

 

Kara Fatma Erzurumlu Yusuf Ağa’nın kızıdır.

Balkan Harbi’nde kocası Derviş Erden’le Edirne’de Yanık Kışla’da bulunmuştur.

  1. Dünya Savaşı’nda 9, 10 kadınla birlikte Kafkas Cephesi’nde savaşmıştır.

Eşi Sarıkamış’ta şehit düşmüştür.

Mondros Mütarekesi’nden sonra “Üsküdar’a” oradan Bolu ve Ankara yoluyla Sivas ve Erzurum’a giderek Gazi Mustafa Kemal’den kendisinin vazifelendirilmesini istediğini 43 kadın silah arkadaşı olarak şark vilayetlerindeki vazifelerini yerine getirdiklerini 1923’de yapılan bir mülakatta anlatmıştır.

Fatma Seher Mustafa Kemal’le nasıl görüşebildiğini yine hatıralarında şöyle anlatır: “Mustafa Kemal’in huzuruna çıkabilmek için muhtelif kıyafetlere girerek üç günlük bir mücadeleden sonra devamlı bir takibin neticesi olarak, Sivas’ta öğle yemeğine davetli bulunduğu bir yere giderken yolda yakaladım. Üzerimde çarşaf ve yüzümde peçe ile kapalıydı.

Kendisiyle bir mesele hakkında görüşmek istediğimi söyleyince önce sert bir şekilde “Ne görüşeceksin” dedi.

Kalbimdeki vatan aşkı bu sert muameleye üstün gelerek derhal peçemi kaldırdım.

“İstanbul’dan buraya kadar onunla görüşmek için geldiğimi ve maruzatımı bir dakika için dinlemesini ısrarla rica ettikten sonra, yakındaki bulunan küçük bir lokantaya beni kabul ettiler” bilgisini vermiştir.

Mustafa Kemal ona adını, silah kullanmayı, ata binmeyi bilip bilmediğini sormuş ve aldığı cevaplardan memnun olarak “bütün kadınlar senin gibi olsa idi Kara Fatma” demiştir

“Adı bundan sonra Kara Fatma kalmıştır.” “Kendi eli ile yazdığı kağıdı vesika olarak bana verdi.

Sıkışık vaziyetlerde sana yarar.

Haydi göreyim seni verdiğim talimatı unutma, bir an evvel İstanbul’a git hazırlan ve işe başla” dediğini anlatmıştır.

Kara Fatma aldığı talimatla İstanbul’a gelmiş, Topkapı Pire Mehmet ve Laz Tahsin ile birlikte onbeş kişilik çete kurmuş, köylü kıyafeti giyerek Haydarpaşa’dan trene binip İzmit’e inmişler ve iş bulmaya gelen muhacir görünümünde sayılarını arttırmaya çalışmışlardır.

Kısa zamanda doksanaltı kişi olmuşlar, Üsküdarlı Albay Neşet Bey emrinde savaşmışlar, askeri bakımından mühim olan Fındıktepe’yi düşmandan temizleyerek buraya Türk bayrağını dikmişlerdir.

Dokuz yaşındaki kızı Fatma, oğlu Seyfettin kardeşleri Süleyman ve Mehmet Çavuş ile davulcular ormanında gizlenmiş olan yüzelli kişilik çetenin başına geçen Kara Fatma Gül-Bahçe, Mecidiyye, Orhaniyye, Arpalık köylerinin imam ve muhtarlarıyla ileri gelenlerini ormana celbettirdi.

Onlara “Ben Kara Fatma’yım sizin ırzınızı malınızı ben koruyacağım” dedi.

“Köylüler memnun döndüler.

Kara Fatma bir taraftan Sapanca havalisinde silah satın alıyor.

Bir taraftan da civar köylerden gelen delikanlıları çetesine yazıyordu.

Mevcudu dörtyüzsekseni bulmuştu.

”İzmit Yunan işgali altında idi.

O günlerde yırtık pırtık bir köylü kadını pazara öteberi getirip satıyor, akşam olunca şehirden ağır sandıklar alarak esrarengiz bir şekilde çıkıp gidiyordu.

Bu kadın iki defa gelip gitmiş dönerken altışar sandık götürmüştü.

Üçüncüde bu şüpheli kadını yakaladılar. Sandıklar cephane sandığı idi.

Kendisini askeri koğuşlarından birine attılar. Ondokuz gün sürekli dövdüler, dövdüler. Ondokuz gün zarfında tamamıyla dermansız, hasta ve perişan olan bedbaht kadın, Kara Fatma çetesinin bizzat kendisiydi.

Müfrezesine kırküç kadından başka yediyüz de erkek katılmıştır.

Kadınlardan yirmisekizinin şehit düşmüştür. Geriye kalan onsekiz kadın ve diğer erkeklerle 1. İnönü, 2. İnönü Savaşları’na katılmıştır.

Bu savaşlarda onsekiz kadını şehit olarak bırakmış, kendi de yaralanmış ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne yani Afyon harbine müfrezesiyle katılmıştır.

 Bu savaşla ilgili, onun kahramanlığını zekasını çok iyi anlatan hatırasını onun ağzından yazıyorum.

“Altımdaki Ceylan ismindeki, güzel talim ettirilmiş çok akıllı bir hayvandı; âdeta bir piyade neferi gibi düşman mevziine sokulmakta fevkalade mahirdi.

Afyon civarındaki Sürmeli köyünde bulunan düşmana müfrezemle taarruz esnasında, hayvanımla düşmanın mevziine sokulmak icap etti.

Bu esnada düşman tarafından bir kement atılarak yakalanmıştım ve hayvanda şahlanarak bizim tarafa firar etmeye muvaffak oldu; ben de bu suretle düşmana esir olmuştum.

Beni yakaladıktan zaman gözlerim bağlanarak, kendi mevzilerinin iki saat gerisinde bir yere götürülmüştüm ve burada gözlerimdeki mendil çözüldü ve Sürmeli köyünde kurmuş oldukları karargahlarında yarım saat isticvap edildim. Benden izahat almak için mütemadiyen sıkıştırıyorlardı.

Ben de verdiğim cevaplarda kaçamak cevaplar veriyordum.

Bunlar arzu ettikleri maksadı temin edemediler.

Bunun üzerine, Başkumandanları olan Tirikopis’in yanına götürdüler.

Beni görünce son derece hayretle bana bakıyordu ve “Sen Kara Fatma!” diye üç defa hayretle ismimi tekrarladı.

Biraz sonra hayret ettiğinin sebebini son sualinden anladım.

Meğer bunlar, Kara Fatma’yı devâsâ birşey tahayyül ediyorlarmış ve bende bunlara cevaben “Anadolu’daki Kara Fatmalar’ın en kuvvetlisi benim” demiştim.

Beni bilahare bir yere kapadılar.

Evvela başıma dört tane süngülü nöbetçi diktiler; birkaç gün geçtikten sonra bir kişiye indirilmişti.

Her gün beni mütemadiyen dövüyorlardı. Gücüm tükenmeye başlamıştı.

Bir gün nöbetçinin yanına bir misafir arkadaşı geldi.

Şarap içiyorlardı.

Misafir olan arkadaşı kalktı gitti.

Bu nöbetçi şarap içmeye devam ediyordu.

Her halde çok içmiş olmalı ki sabaha karşı sızdığını gördüm.

Fakat bir türlü inanamıyordum.

Bir iki yoklamadan sonra hakikaten sarhoş olduğuna kanaat getirmiştim.

Elindeki silahı alarak ortalık ağarmadan yola çıktım.

Ondokuz gün esaretin öldürücü ezalarına maruz kaldıktan sonra nihayet bir hayli müşkülattan sonra kaçmaya muvaffak oldum.

BURSA’NIN işgalini duyunca halime bakmadan Sürmeli köyündeki ovada kıtamın başına geçtim.

Bu muvaffakiyetimden dolayı Üsteğmenliğe terfi edildim.”

BURSA 20 Haziran 1920’de Yunanlılarca işgal edilmiştir.

Düşmandan temizlenmesi Afyon Zaferi’nden on gün sonra 10 Eylül 1922’dedir.

Kara Fatma müfrezesiyle BURSA’NIN KURTULUŞU savaşına da katılmıştır.

Afyon ilçelerinden “Burhaniye Köyü’ne geldiğim zaman artık tamamen Yunan elinden kurtulmuştum; fakat şimdi harp etmek, düşmanı sürmek için bende daha yaman bir ateş uyandırmıştı.

Bana ve vatandaşlarıma yaptıkları zulüm, eza ve cefadan dolayı Yunanlılara mülevves ayaklarıyla topraklarımızı çiğneyen bu düşmanlarımıza teskin olunmaz bir kin ve nefret duymuştum.

Müfrezemi tekrar teşekkül ettim ve BURSA CEPHESİNDE harbe girdi.

Yunanlılar burada mukavemet ettiler fakat Türk’ün süngüsü yaman şeydir, O’na kimse mukavemet edemez.

Bizim vazifemiz kıtanın gerilerine akın etmek ve yollarını kesmekti.

Vazifemizde muvaffak oluyorduk.

Yunanlılar bizim ordunun hücumuna fazla dayanamadılar.

Bozgun başladı; birkaç gün içinde Yunan’ı denize sürdük.

Artık vazifem bitmişti.

Yorgun vücudumu dinlendirmek için izin verdiler, işte bende bugün memleketimi geziyorum.

Vilayeti şarkiyye gittim.

Karadeniz sahillerini gördüm bir iki gün evvel de güzel İstanbul’umuzu görmek için buraya geldim” diyor.

Kara Fatma bunları Tanin Gazetesi muhabirine anlatmıştır ve bu konuşma Tanin Gazetesi’nin 5 Temmuz 1923’de yayınlanmıştır.

Benim bugün neden Jan Darc’ın yanında bir Kara Fatma’nın da bu nesil için onlar tarafından bilinmesi için çaba harcamakta olduğuma en güzel örnek; Kara Fatma’nın İstanbul’dan sonra gittiği Konya’da neşredilen Babalık Gazetesi’nde Tanin’deki röportajdan da faydalanarak 9 ve 21 Temmuz 1923’de yayınlanan ve Kara Fatma’nın hayatta her sahada bir erkek gibi karışması mümkün olup olmadığı sorusuna verdiği cevaptır.

Şöyle der; “Bundan sonra erkek, kadın hep beraber çalışacağız.

Kadın peçesiz ve yüzü açık gezmekle iffetini kaybetmez.

Zaten memleket bizden o kadar çok hizmet istiyor ki…

Bunlar arasında peçe ve çarşafı düşünecek halde değiliz, İstanbullu hemşerilerimize silah kapıp cepheye gidin denilemez; fakat onlara düşen iş, silah kullanmaktan daha büyüktür.

Şimdiden sonra Anadolu’ya gitmeli ve cahil Anadolu kadınının gözünü açmalı.

Anadolu halkı, hele kadınları, İstanbullu hanımları seve seve karşılayacak, onların söylediklerini harfiyen yapacaktır.

Kadın neden erkek kadar çalışmasın!

Bugün Anadolu’da bir ailede iki erkek varsa yanı başında 10 da kadın vardır; bunun için kadın erkek hep beraber çalışacaktır.

Bunun kimseye bir zararı yok, belki faydası çoktur.”

 “Çocuklarımız mutlaka okumalıdır.

Ben çok iyi biliyorum ki bugün Anadolu’da erkek ve kız bütün çocuklar okuyacak olurlarsa Anadolu’nun hali değişecek, Türk’ün yüzü gülecek, işi düzelecek, bütün batıl düşünceler kalkacak, Türkler yaşamaya başlayacaktır.

İşte bu maksatla küçük kızımı okutmak için şimdiden çalışıyorum.” diyor.

Bu mülakatından onüç yaşındaki küçük kızının da kendisi gibi harbe katıldığını, Kocaeli’deki bir çarpışma sırasında iki parmağını kaybettiğini öğreniyoruz.

Bence bu röportaj ders kitaplarından hiç olmazsa birine girmeliydi!..

Kara Fatma 1944’te yayınlanan hatıralarının sonuna eklediği “Üsteğmenlik maaşımı ne için Kızılay’a terkettim” başlıklı paragrafta şöyle demektedir.

“Vatanın büyük kurtarıcısı Ebedi Şefin layık olmadığım büyük iltifatı beni son derece sevindirmişti.

Esasen bütün emel ve arzum yapmış olduğum hizmetten hiçbir menfaat beklememdir.

Bu itibarla taltif edilmiş olduğum rütbenin mukabilinde verilecek maaşımı Kızılay’a terk etmekle son vatani vazifemi yaptım.”

Ne denilebilir ki sağ ol yürekli kadın.

Kara Fatma 1954 yılı başlarında bakacak kimsesi bulunmadığından İstanbul’da bir kulübede yardıma çok muhtaç halde yaşamakta idi.

Bunu gazeteler aracılığıyla duyurulmasından sonra İstanbul Valisi ve Belediye Başkanı kendisiyle görüşmüş ve İstanbul Valiliği, torunlarına okul yardımı yapmış ve yatılı bir okula yerleştirmiştir.

İstiklâl Harbi başlangıcından, Anadolu’nun düşmandan temizlenmesine kadar Doğu ve Batı cephelerindeki savaşların çoğuna katılmış olan Kara Fatma 4 defa yaralanmış, Yunanlıların elinde ondokuz gün esir kalmış.

Rütbesi Üsteğmenliğe yükseltilmiştir.

İstiklâl harbinde silah kullanan canla başla çalışan mücahit kadınlarımızın önde gelenlerinden olan, hayatının son yılları dayanılmaz maddi sıkıntılar içinde geçen Kara Fatma kendisine vatanı vazife tertibinden 17 Şubat 1954’de aylık bağlanmasının ertesi yılında 1955’te vefat etmiştir.

(Erzurum’da).

Kara Fatma önce Çavuşluk, daha sonra Teğmenlik ve en sonda Üsteğmenlik rütbesine layık bulunmuştur.

 Elime geçen yeni belgeler ışığında Çavuşluk ve Teğmenlik rütbelerinin veriliş nedenlerini aktarmak istiyorum.

Kara Fatma bir vazife dolayısıyla karargahını Hendek ile Düzce arasındaki Nefren Boğazı yakınındaki bir köye kurmuştur.

Eşkiya reisi Lima ile İbrahim bir gece misafir edilmekte olduğu eve gelerek eğer affedilirse bu çeteyle birlikte çalışmak istediklerini bildirip, bunu sağlamasını rica etmişlerdir.

Kara Fatma onların bu isteklerini telgrafla Ankara’ya bildirmiş, iki saat içinde bu eşkiyalar ve topladıkları asker kaçaklarının affı emri gelmiş, bunlar da müfrezeye katılmıştır.

Kara Fatma 28 Haziran 1921 ‘de İzmit’in düşmandan temizlenip kurtarılmasına kadar İzmit’te kalmıştır.

İznik civarındaki Bereket ve Karaderin’deki taarruzda, Aleko – Karaderin hattındaki fedakarlıklar, kahramanlıklar gösterdiği anlaşılır.

Ahmet Emin Yalman, İzmit’te bulunduğu sıralarda Kara Fatma ile görüşmüştür.

 O’na anlattıklarından da İznik’e üçyüzseksen gönüllü getirdiği, bunları intikam taburuna teslim ettiği, bunlar arasında oğlu ile kardeşinin de bulunduğu anlaşılır.

“Bir defada yüzseksen gönüllü topladım İzmit’e getirildim.

Bir müddet birlik kumandanlığında bulundum, sağ kolumdan vuruldum, İzmit Hilal-ı Ahmer (Kızılay) Hastanesi’nde tedavi edildim.

İnşallah yine cepheye gideceğim” demiştir. Hisarcık’ta, Kaynarca mıntıkası Kumandanı Naim imzasıyla Süvari Livasına gönderilen yazıda, düşmanın taarruzunun durdurulduğu üçüncü maddesinde Fatma Seher Hanım’ın cepheden gelen efrad üzerindeki te’siri her türlü takdirin üstünde olduğu kaydedilmiş.

Bunun karşılığı Liva emrinde “Bugünkü harekatta pek çok yararlılığı görülmüş olan Fatma Seher Hanım’a teşekkür ederim” denilmiştir.

26-27 Ağustos 1921 tarihli 193 sayılı Liva tamimi ile de onun bu kahramanlığı açıkça takdir edilerek başka birliklere de örnek gösterilmiştir.

Bu çalışmalarından dolayı Çavuşluk rütbesini alan Kara Fatma Kocaeli Grubu Kumandanlığına yazdığı 24 Ekim 1921 tarihli dilekçede “Büyük Milleti’min uhdeme verdiği Çavuşluk rütbesinden dolayı arz-ı şükran eylerim” sözleriyle bu rütbe için teşekkür etmektedir.

Teğmenlik rütbesine gelince; bunu da Kara Fatma’nın kendisinin ağzından yayınlanan bir hatırasından öğrenelim.

“İstiklâl Harbi’nin son taarruzundan evvel 1922 senesinde Çiçek bayramı münasebetiyle Ankara’da davetli bulunduğum sırada davetlilerden başta Atatürk olmak üzere Rus sefiri, Meclis Reisi General Kazım Özalp, Van Mebusu Hasan Bey ve hatırlayamadığım hükümet erkanından bazı zevatın huzurunda, işlemeli güzel bir gümüş sigara tabakası milli bir menfaat için müzayedeye çıkarılarak Atatürk’ün bu tabakanın kime hediye edilmek muvafık olacağını heyeti huzurunda sordular.

Heyettekiler Kara Fatma’ya hediye olunması mütalaasını ileri sürdüler ve bu teklif heyetin alkışlarıyla kabul edildi.

Fakat Atatürk benim çok iyi silah kullandığımı işittiğini ve tesadüfen bu Çiçek Bayramı’nda iyi silah kullanan ma’ruf nişancılar arasında bir müsabaka tertip edilmiş bulunduğundan, bu müsabakaya iştirakimi tensip buyurdular.

Muvaffak olduğum takdirde, sigara tabakasının bu suretle bana hediye edileceğini emir buyurdular.

“Bende müsabakaya iştirak ederek birinciliği kazandığımdan son derece haz duyarak hem mezkûr tabakayı bana hediye ettiler ve hem de Teğmenlik rütbesiyle taltif ettiler.”

Kara Fatma’nın görüntüsü ile ilgili yazılardan bir kaçı şöyledir.

Ahmet Emin Yalman’dan “Fatma Seher Hanım belindeki fişenklikleriyle, ayağındaki çizmeleriyle, elindeki kamçısıyla tam bir İstiklâl Harbi akıncısı”.

 Bir Rus diplomatın hatırasından “Fatma Çavuş kısa boylu, zayıf, enerjik yüzlü, kara gözlü bir kadındı.

Fatma’nın sırtında siyah bir ceket, altında çizgili bir eteklik, ayağında çizme vardı, belindeki geniş kuşağında tüfenk mermisi, kama, omuzunda kayış görünüyordu.

Başını bir yemeni ile sarmıştı”.

Akşam Gazetesi’nde 1923’te yayınlanan bir yazıda Üsteğmen elbisesi giymekte olduğu, göğsünde bir harp nişanı ve istiklâl Madalyası olduğu anlaşılır.

İşte bu yiğit yürekli kadının yaptıklarının bu nesle aktarabilmek için Bursa’da bir köşe veya bir büst projesi düşlüyorum.

Kara Fatma Erzurumlu, Bursalı değil ki diye düşünenler oldu.

Oysa Kara Fatma Erzurum’un kurtarılmasını sağladıktan sonra Bursa’yı da Bursalılar kurtarsın dememiş, İznik, İzmit, Alaşehir, Sivrihisar, Bursa dememiş kurtulacak işgal edilmiş neresi varsa oraya koşmuştur.

Belki bizlerin onun yaptıkları yanında bir kum tanesi bile değil ama hiç yapmamaktan, hiç anlatmamaktan iyidir diye düşünüyorum.

Bana bu konuda da Atatürk’le ilgili her konuda da olduğu gibi destek, ümit ve güç kaynağı olan Sayın Bursa Valisi Orhan Taşanlar’a sonsuz şükran ve teşekkürlerimi iletmek istiyorum.

KARA FATMA ve nice KARA FATMALARA affedin beni bile deme hakkım olmadığına inanarak hatıraları önünde saygı ve sevgi ile eğiliyorum.

Yorum bırakın